Elinizdeki kitap size tarihin şifrelerini, El Dorado’nun yerini, Karındeşen Jack’in kim olduğunu ya da simya taşının hikmetini öğretmeyecek. Karşınıza pavyonlarda sürten altıncı Dalai Lama, genç kalmak için altın içen Diane de Poitiers, teslim ol çağrısına orta parmaklarını işaret ve yüzük parmaklarının arasına sokup sallamak suretiyle cevap veren Venedik garnizonu, erkek kılığına girip tüm Siena’yı elden geçiren çapkın travesti Caterina Vizzani, bir köşede hacetini gideren Evliya’nın üstüne düşüp onu “boklu gazi” yapan düşman da çıkmayacak.
Bu, kahramanlarla hainlerin, tarihin akışını değiştiren vizyonerlerle fırsatları tepen basiretsiz liderlerin kitabı değil. Küçük Buzul Çağı, Fiyat ve Sanayi devrimleri, Aydınlanma, Atlantik Üçgeni, Büyük Kırılma, Hümanizma, muhayyel cemaatler, Protestan Etiği gibi birçok kavramın havada uçuştuğu sayfalarımızda kopuşları değil, devamlılıkları göreceksiniz. Tarihi bir anda değiştiren olayların aslında semptomlarını kaplumbağa hızıyla gösteren süreçlerin birer sonucu olduğunu fark edeceksiniz.
Herkesin hafife aldığı şu grotesk tarih kortejinin birbirinden ilginç kahramanlarının yaratacağı hafif bir tebessümden ve sıra dışı anekdotların verdiği şaşkınlıktan daha fazlasını hedefliyoruz: Okuyucunun geçmişini ve bugününü daha iyi kavrayıp geleceğini daha iyi planlamasını sağlamak ve ona entelektüel bir derinlik kazandırarak daha kaliteli bir yaşam sürmesine yardımcı olmak.
Emrah Safa Gürkan’ın mizahla zekâyı buluşturduğu Bunu Herkes Bilir, hangi yaşta olursa olsun kendini geliştirmek için öğrenmeye zaman ayıranların zevkle okuyacağı bir başucu eseri…
Emrah Safa Gürkan, kitabın açılışında, amacının okuyucuya entelektüel derinlik ve kaliteli bir yaşam sürme becerisi kazandırmak olduğunu belirtiyor.
Bu kitapla bunu başarmayı nasıl ve neden umduğunu anlamak güç.
Bunu Herkes Bilir, 13 başlıkta tarihle ilgili yanlış soru ve yorumları ele alıyor, bunları yanıtlamaya çalışıyor. Bazı başlıklarda bu iyi başarılırken öteki başlıklarda (özellikle Gürkan'ın özel çalışma alanından uzaklaşıldıkça) yazarın geviş getirmenin ötesine geçemediğini belirtmek gerekiyor.
Gürkan'ın tıpkı İlber Ortaylı ve Celal Şengör gibi bilgiçliğinden ötürü sevilen bir akademisyen olduğu gerçeği göz önünde bulundurulmalı. Son zamanlarda artan YouTube popülerliği, Gürkan'a tuhaf bir burnu havadalık yüklemiş gibi duruyor.
Çünkü hem kitabın temel amacına hem de yazım biçemine bakıldığında anlaşılıyor ki yazar, okurların incelenen konularda hemen hemen hiçbir şey bilmediğini, bilmeyeceğini, anlamayacağını varsayıyor. Buna karşın kitapta okura genel bir kültürel nitelik kazandıracak kuramsal derinlik ve yönelim de bulunmuyor. Zaten yazarın özellikle yakın tarihe değindiğinde büsbütün ortaya çıkan ortayolcu liberal tutumu bu tür bir kuramsal derinlikle doğrudan çelişecek nitelikte.
Buraya dek söylediklerim herhalde büyük şaşkınlık yaratmayacaktır, çünkü Gürkan'ı daha önce izlemiş olanlar bu tür bir tutum ve yöntem bekliyordur zaten. Beni asıl şaşırtan, okuma kolaylığı için sıklıkla bölümlenmiş ve resimlerle süslenmiş bir kitabın, hele de sevilerek izlenen bir yazarın kitabının sıkıcı olması oldu. Evet, odağa alınan pek çok konu benim okumaktan ve çalışmaktan özellikle keyif aldığım konular değil ancak yine de daha canlı ve okunası bir kitap beklerdim, çünkü Gürkan eğlenceli bir adam.
Yayın kalitesi bakımından nitelikli bir kitap olan Bunu Herkes Bilir, gerek tutumu, gerek yöntem ve biçemi, gerekse içeriğiyle kişisel görüşüme göre ortalamanın üzerine çıkamıyor.
"Bilgiyi hayatı kalitelileştirecek bir şey gibi değil de, şık ortamlarda kullanılabilecek bir statü objesi ve hatta daha da kötüsü bir başkası üzerinde tahakküm kurmaya yarayan bir silah gibi gören bu zihniyetin, özgün çıkarımlar ve kapsamlı analizler yapmaya ya da entelektüel yolculuğumuza lezzet katmaya gücü yetmeyecektir." Keskin bir zekanın ürünü bu kitap size ve tarih bilginize de renk katacaktır.
Emrah Safa Gürkan yeni nesil bir tarihçi, kullandığı eğlenceli dil ile yaptığı youtube programlarının çok faydalı olduğunu düşünüyorum. Toplumdaki yaşlı, sıkıcı, ağırkanlı tarihçi algısını yıktığını, gençleri tarih öğrenmeye, araştırmaya özendirdiğini düşünüyorum. Kitaba gelince; Tarih öğrenmek için değil, tarih öğrenmeyi ve araştırmayı öğrenmek için güzel kitap. Dili akıcı, tarih ile haşır neşir olmayan kişiler için dahi anlaşılabilir ve basit bir dil kullanılmış. Kitapta da bahsedildiği üzere, tarihi dizilerden öğrenmeye çalışan veya rivayetler - spekülasyonlar üzerinden yanlış bilgiler edinen toplumumuzun büyük bir kısmı için özellikle çok faydalı, yönlendirici buldum. Youtube'daki popülerliğinin vesilesi ile normalde ulaşamayacağı geniş bir kitlenin bu kitabı okuyacağını düşünürsek, doğru zamanda doğru şekilde ve amacına uygun yazılmış bir kitap diyebilirim.
Emrah Hoca’nın, Osmanlı ve genel tarihe basit bir milliyetçilik düzleminde bakmadığını farkettiğim an sosyal medyada sıkça takip etmeye başladım. Videolarında özellikle kullandığını düşündüğüm popüler dil, acaba kitaplarında da aynı mıdır diye düşünürken alıp okumaya karar verdim. Bu kitapta özellikle çok çeşitli kaynakçalardan ( pers, germen, latin neşriyatı) atıflar ve referanslar var, Hocanın kütüphanesini de merak etmiyor değil insan.
Godot’un Matbaası Kaşifler Osmanlı Türk Müydü? Cervantes İstanbul’a Geldi mi? İstanbul’un Fethi Uydurma Tarihler Kitapta en sevdiğim başlıklardı ve elimden gelse tüm okullarda her öğrencinin bu konuları iyice bellemesi için de eline avucuna itinayla yazarım ki 7 düvelde at koşturmanın Tolkien kitabında bile mümkün olmayacağını anlasınlar vs. Kitapta ayrıca çok güzel tarihi görseller de kullanılmış, Son olarak, hani kütüphanede hemen okunmayacak olsa da bazı kitapların olması gerekir, işte bu o her dönem sorulan sorulara cevap olacak kitaplardan diye düşünmekteyim. Saygılar.
Kapaktan kapağa okuduğum en kötü kitaplardan biri. Belki de en kötüsüdür. Bu da yazdığım en olumsuz kitap eleştirisi olacak.
Yazarın anlatmaya çalıştıklarıyla, argümanları ve sunduğu bilgilerle bir sorunum yok. Kaldı ki kitabın adında da ifade edildiği gibi bunlar daha önce yazılmamış, konuşulmamış konular da değil. Her kitabın orijinal fikirler veya tartışmalar getirmesi şart değil, kimi kitaplar mevcut tartışmaları temiz bir çerçeveden anlatarak da okuyucuya faydalı olabilirler.
Fakat bu kitabın problemi ise bizzat bu anlatım. Bir kitabı okurken bu kadar fazla kez sinirlendiğim olmamıştı. Belki diğer kitapları veya akademik çalışmaları böyle değildir fakat yazar sürekli olarak çok kötü, kıvrımlı, nereye gittiği belli olmayan cümleler kuruyor.
S.221: "Bu bölümde, ortak ama uydurma bir tarih bilincinin kitlelere en kolay aktarıldığı yerler olan müzelerdeki ve binlerce yıllık devamlılıkların örüldüğü kurumların armalarındaki tarihi hatalara neşter vurmakla kalmayacağız; bu hataları ve bazen de çarpıtmaları ortaya çıkaran "geleneğin icadı" merakından dem vurup toplum olarak tarihle olan sorunlu ilişkimize ve tarihçiliğimizin metodolojik eksiklerine dikkat çekmeye çalışacağız." Belki sonrasında 53'ten az kelime ile cümle kurmaya da çalışırız.
Aslında bunları açıklamama gerek yok ama benim yazarla bir sorunum yok, kimbilir kaç videosunu izlemişimdir. Kendisini sosyal medyada da takip ediyorum ve genellikle takdir ediyorum. Ayrıca okumayan bir insan değilim, hem mesleki faaliyetim için hem de bunun dışında çok okuyorum ve hızlı da okurum. Birçok tarih kitabı da okudum, Türkçe ve İngilizce. Yazarın eleştirdiği Sapiens'i İngilizcesinden okuduğumda hiçbir kez "yazar burada ne anlatmak istiyor" diye düşünmedim; aynısı yazarın atıfta bulunduğu Bernard Lewis ve Daron Acemoğlu'nun kitapları için de geçerli. İlk defa bu kitapta bu kadar özensiz, ne olduğu belirsiz bir dille karşılaştım. Herhalde beş cümlenin ikisini, üçünü dönüp baştan okudum; çünkü hangi cümlenin öznesi ne, yüklemi ne, ne anlatmaya çalışıyor belli değil.
Konuyu okura konuşma diliyle anlatmak, basit bir dille anlatmak bu değil. Öncelikle ton. Birçok yerde yazarın kullandığı dilin tonu değişiyor; bir yerde resmi bir dille yazmak için "bilmemne bilmemne olmamakta mıdır" gibi cümleler kuruyor, başka yer de "açıklayalım ki kafalar karışmasın" diyor.
Yazar ilk kısımlarda bolca yabancı, Arapça, Farsça kökenli kelime kullanıyor. İlk iki kısımla 15, 20 kelime not almışımdır ki ne güzel parantez içinde anlamlarını da vermiş ki okurken kelime öğreniyoruz. Sonra ilk birkaç kısımı geçince bu neredeyse tamamen ortadan kalkıyor. Öyle görünüyor ki yazar ilk birkaç kısma bunları sıkıştırmış, "mühtedi" kelimesi dışında hiçbirini kullanmıyor. Hatta "bazı olaylar komple karanlıkta kalmıştır" gibi Türkçeyi özellikle kötü kullanan ifadeleri var; bu kitabı bir editör elden geçirse (!) bazı olaylar "tümüyle" karanlıkta kalmış olurdu.
"Aslında birden fazla dönem kaynağı bu harekatı doğrulamaktadır; ancak yine de çatlak sesler yükselmeden edememiştir." Böyle bir cümleyi hayatında kuran oldu mu acaba? "Çatlak sesler yükselmeden edememiştir" yerine "çatlak sesler yükselmiştir" demek daha kolay bir okuma tecrübesi, cümlenin çatısı ortada, kulak/göz tırmalamıyor.
Bunlar okumayı önleyen boyutta problemler değil, saçımı başımı yolmaya doğru kitabı bitirdim. Belki benim anlatılanın tümünü anlamaya, notlar çıkarmaya çalışmamdan ötürü sinirim bozulmuştur. Fakat anlatılan materyal karışık değil, eminim bu kitabın okurlarından 100 kişiden 98'i konusu daha derinlikli, daha çetrefilli en az birkaç kitap okumuş olacaktır. Bu kitabı okunmaz kılan, kullandığı özensiz, istikrarsız dil. Sonuç olarak, anlatılanın tümünü anlamaya çalışan bir okuyucu için kötü bir tecrübeydi. Uçakta, otobüste çok dikkatli olmadan okunabilir. Tamam sakinim şimdi.
S��rekli popüler kitap popüler kitap demesi haricinde gayet okunası bir kitap. Tamam dostum, anladık, sen büyük bir tarihçisin bizler değiliz, bizler halk sen bu işin uzmanısın. Hepimizden fazla bilmen normal. Zaten bizler akademik bir eseri anlamayız. Zaten bizler genel olarak anlamıyoruz. Zaten anlamış olsak, koca ülke bu durumda olur muydu? Olmazdı değil mi? O zaman neyin peşindesin? Halk seviyesinde bir kitap yazdın, halk anlamaya çalıştı ya da anladı bilemiyoruz bunu, sürekli bunun ğstüne basmaya gerek yok :) Peki, bu kısmı geçelim. Kitap nasıl? Ezberlenen, mitleştirilen yalan yanlış tarihi zırvaların hepsine olmasa da bizim için önemli görülenlere değinilmiş. Kahramanlık hikayeleriyle bezeli tarih eğitimimizin ne kadar berbat olduğunu anlamak için güzel bir başlangıç olabilir. Korsanlık ve denizcilik alanlarına daha detaylı girdiği kitabını da okumayı planlıyorum. Anlatımı konuşması gibi olmasa da daha az dağınık :) Tabi bizler halk olduğumuz için, hep popüler kitaplar…
Türkiye toplumu gibi "tarih manyağı" bir toplumda popüler tarih kitapları çok önemli. Burada popüler nitelemesini asla küçümsemek için kullanmıyorum. Tarihçilerin temelde meslektaşları olan diğer tarihçiler için yazdıkları kitaplar dışında kalan, toplumun geneline hitap eden kitapları kast ediyorum.
Sorun şu ki Türkiye'deki popüler tarih kitaplarının seviyesi daha kötüsü olamaz seviyesinde. Öyle ki bu kitaplardan herhangi birisinin kapağını açıp kapatan kişi tarih konusunda başlangıçta olduğundan daha da cahil hale geliyor. Zira önceden cehl-i basit seviyesindeyken bu kitapları okuduktan sonra tarihi olaylara ve süreçlere dair bir şeyler bildiğini düşündüğü için artık cehl-i mürekkep içerisine yuvarlanıp eğitilemez bir noktaya geliyor.
Bir süredir şunu düşünüyorum: Memleket insanı bu tarih kitaplarıyla geçmişini ve bugününü anlamaya çalışırken tarihçilerin birinci meselesi bu popüler tarih kitapları dünyasına müdahale etmeye çalışmak olmalı. ESG'nin bu kitabı, tam da bunu yapmaya çalışıyor.
Akademik cenahtan bakanlar da kitabın Osmanlı Devleti üzerine Brill'den çıkmış bir monograf olmadığını, bu kitabın muhatabının tarihteki 17 Türk devletinin de aslında gizli bir heyet tarafından yönetildiğini ya da M. Kemal'in İngiliz ajanı olduğunu iddia eden kitaplar olduğunu düşünmeliler. Bu açıdan bakıldığında kitabın ne kadar kıymetli olduğu açık.
Zira Osmanlı üzerine Brill'den çıkan monograflar konusunda bir kıtlık çekmiyoruz çok şükür. Ama Kadir Mısıroğlu'nun yazdığı ve milyonların okuduğu kitaplara iyi tarihçilik ile cevap veren popüler kitaplar yok. Sorun şu ki Kadir Mısıroğlu kitaplarının yarattığı tahribatın hepimizin hayat kalitesi üzerinde muazzam etkileri var.
Dolayısıyla yazarın aklına emeğine sağlık. İnşallah bir seri olur da ikincisi, üçüncüsü derken onlarcası çıkar. Ve umarım sattığını ve teveccüh gördüğünü görünce başkaları da görür, heves eder ve onlar da yazar.
Popüler olana alerjim nedeniyle başta yazara ve kitaba önyargı ile yaklaştım. Bu önyargım muhtemelen yazarın youtubeda tatsız liberal sunucusuyla yaptığı tarih programından kaynaklanıyor. Haliyle kitabın başında da önyargım, memnuniyetsizlik olarak devam etti. Gerçekten yazarın yabancı kelime takıntısı, bu kelimeleri gereksiz kullanımı oldukça rahatsız edici. Dolayısıyla işlev de biçimi izlemiş, yazarın düşüncelerini de başlarda biraz dağınık ve kaotik buldum. Uzun uzun orta doğunun geri kalmadığını, kuzey batı avrupanın ilerlediğini, bunu da kapitalizmin temellerini atarak başardığını söylüyor. Sonra da kapitalizmin neden batı avrupada başladığını da tam olarak bilemeyeceğimizi ileterek bitiriyor, bu sebeple başlarda çok verimli bir okuma olmadı. Fakat, son bölümlere geldikçe, kitaba bakış açım değişti, tarih biliminin tekil olayların doğruluğunu incelemekten ibaret olmadığını, aksine tarihsel süreçleri görebilmenin ve bu süreçlerin sürekliliğinin tarih bilimi açısından daha önemli olduğunu, yazarın yardımıyla keşfettim. Sırf bu özelliğinden ötürü kitaba 4 yıldız veriyorum, herkes de bunun için bu kitabı okumalı.
“Kendi hayatımızda hiçbir yerde uygulamadığımız, uygulamayacağımız kriterleri birbirimize dikte etmekten vazgeçmediğimiz ve modern tabirle “duyar kasmak”ta ısrar ettiğimiz sürece, ülkemizdeki tüm orijinalite potansiyelini yok eden tek tipleşme ve entelektüel çölleşmenin önüne geçmek mümkün olmayacaktır.”
Bu çıtır kitabı 2 günde bitirdim. Storytel'in tuttuğu altın olsun. Kitaptan en sevdiğim bölümler şunlardı: - (İCAT ÇIKARMAK) İnovasyonun "norm" olduğu bir çağda herkesin birbirine benzediği bir toplumda yaşamayı kim ister ki? - (BİLGİYİ EDİNME BİÇİMİ) Günümüzde artık yoğun okumadan ( intensive reading) yaygın okumaya ( extensive reading), yani çok sayıda kitabı hızlıca okumaya geçildi. İnternetle dünyanın tüm kütüphanelerinin cebimize sığmasıyla bilgi depolamak anlamsız bir hale geldi. Artık önemli olan herkesin ulaşabildiği bilgiyi "yorumlayabilmek", değişik sahadaki bilgileri birbirleriyle harmanlayarak yeni "çıkarımlar" yapabilmektir. Bu egzersizin bir kere tadını alan, bilgiyle dünyayı yeniden yorumlamanın hazzını alan okuyucunun dogmatik fikirler, kırmızı çizgiler ve anlamsız yönelimlerin sıtma dolu fazına geri dönmek istemeyeceği kesindir. - (LOJİSTİK YETERSİZLİKLER) 1663 Mart'ında yola çıkan Köprülü Fazıl Ahmet Paşa atları otlatmak için Sofya'da 16 gün durmak zorunda kalmıştı. Ordunun kuşatmak istediği Uyvar'a ulaşması 119 gün, yani 4 ay sürmüştü. Sadrazam Eylül ayında gelen fethi az bulup sefer mevsimini biraz uzatmaya yeltenince topla yüklü hayvanlar çamura saplandı ve 2 saatte gidilen yol 2 günde alınabildi. Kısacası Viyana'nın fethinin bir Avrupa egemenliğine yol açması pek de mümkün değildi. - (AKDENİZ'İN SINIRLI YAPISI) Akdeniz'de çok az balık bulunması ilk başta iç denizi bollukla özdeşleştiren popüler imaja ters düşebilir. Ancak bu konuda tartışmaya mahal yoktur. Bu durumun esas nedeni jeolojik bir çökme sonucu oluşan Akdeniz'de canlı yaşamına uygun sığ kıta platformu olmamasıdır. Kıyıdan uzaklaşır uzaklaşmaz su hemen derinleşmektedir. Canlıların yaşayabileceği 200 metreden sığ platformlar azdır. Ayrıca Akdeniz'in suları ekolojik olarak çok eski ve dolayısıyla biyolojik olarak da "tükenmiş" vaziyettedir. Son olarak buharlaşmanın yağışlardan fazla olması Akdeniz'de suları azaltmakta ve yüzey sularının daha tuzlu olmasına yol açmaktadır. Eksiğin %71'ini tamamlayan Atlas Okyanusu'ndan alınan yüzey suları fitoplanktonlar için uygun değildir. Hem Akdeniz'in tuzlu sularının okyanusun tuzsuz sularını çekmesi hem de okyanus derinliklerindeki besin açısından zengin suların sığ Cebelitarık üzerinden geçememesi, okyanusla yaptığı su alışverişinde Akdeniz'i zararlı duruma sokmuştur. Cebelitarık'tan giriş yapan fosfor ve azotu okyanus planktonları tarafından tüketilmiş yüzey suları iken, ters istikamette giden Akdeniz'in zengin besinli suyudur. Bu dengesizlik Akdeniz'in suyuna berrak ve masmavi rengini de veren bir "besin kıtlığı" yaratmakta ve oligotrofi balık ve balıkçının sayısını sınırlı tutmaktadır. - (UCUZ KURTULAN OSMANLI) Osmanlılar Batı Avrupa kapitalizmiyle rekabet edecek bir finansal altyapıyı ya da toplumsal dönüşümü gerçekleştiremedikleri ya da bu kapitalizmin oluşumuna bir şekilde çomak sokamadıkları sürece, muazzam fark bir şekilde gerçekleşmek zorundaydı. İspanya ve Portekiz'in bile bir alt lige düştükleri bir çağda Akdeniz'e sıkışmış bir tarım imparatorluğunun 19. yüzyıl emperyalizminin baskısını hissetmemesi zordu. Diğer devletlerle karşılaştırıldığında Osmanlılar ucuz kurtulmuş bile sayılırlardı.
Kitabın yazılış amacını ve hitap ettiği kitleyi okumadan önce biliyordum. Beklentimi de buna göre ayarlamıştım.
Kitabın asıl amacının insanlara tarihin basit ve yüzeysel bir şekilde ele alınamayacağına birçok bilim ile birlikte incelenmesi gerektiğine, tarihe bu şekilde bakmazsak bize zarardan başka getirisi olmadığına yönelik bir farkındalık yaratmak olduğunu düşünüyorum. Bunların yanı sıra tarihe çok yönlü bakmamız gerektiğini de okuyucuya aktarmak istemiş yazar. Bunu da toplumda popüler yanlış düşüncelere cevaplar vererek yapmaya çalışmış.
Ben kitabı yetersiz ve özensiz buldum. Seçilen konular birbiriyle alakasız ve okuyucuyu oradan oraya sürüklüyor bariz bir orantısızlık var. Bazı meselelerde üç beş örnek veya istatistik verilip geçilirken bazı meselelerde(yazarın uzmanı olduğu konular) okuyucu çok fazla ayrıntı ve bilgi bombardımanına tutulmuş.
Yazarın hitap edeceği kitleyi de kafasında netleştiremediğini hissettim okurken. Bunu hem içerikten hem de kullandığı dilden fark ettim.
Önsözde “kullanacağım dile kimse karışamaz” diyor yazar ancak popüler tarih yazıyor diye de insan kullandığı dili bu kadar katletmez. Türkçe dışı kelime kullanımına hiçbir şey demiyorum ancak “Duyar kasmak” gibi sosyal medya jargonlarıyla kitap yazmak bence hiç hoş değil insanı rahatsız ediyor.
Uzmanı olduğu konular dışına çıkınca da biraz çuvalladığını düşünüyorum yazarın. Sonuç olarak bu kitap hiç olmamış. Vaat ettiği şeylerin çok azını bile okuyucuya vermiyor bence. Bir konuda hakkını yemeyeyim güzel bir kaynakçası var.
Tarihi olaylari aktaran, bugun soyle oldu o gun de boyle oldu diyen basit bir kitap degil elbette. Yazar kendisine gore bir kac mevzu secmis ve aciklamis. İstanbulun fethinde gemiler karafan yurtuldu mu, Viyana'yi alsaydik n'olurdu veya Osmanli neden geri kaldi gibi mevzulari yorumlamis. ESG'nin kendine has dili kitapta da goruluyor elbette. Fazlasiyla yabanci kelime kullanimi var. Hic takilmam boyle seylere genelde ama bu sefer takildim; iki yer var kitapta cirkin buldum ve notunu kirdim. 1. İsmi İsrafil olan bir bilim adaminin aciklamalarina basvururken yazar, "sur'u degil ama hakikat borusunu ufledi" diyor. Komik mi? Cocukca bir metafor. 2. İtalyandi sanirim, bir meslektasinin Turkiye Cumhuriyeti'nin Osmanli'nin devami olmadigini, hatta arada baglanti bile olmadigini, Turkiye'nin Urdun gibi bagsiz koksuz bir ulke oldugunu soylemesi uzerine "neredeyse yumruk yumruga kavga edecektim" aciklamasi yapmasi. Ne bu simdi. Biz okur olarak bunu niye ogrendik. Kime sirin gorunmeye calisiyorsun ESG?:)
İçeriğinden ziyade hocamızın tarih bilimine bakış açısı ufuk açıyor. Gerçekten bir klasik bilimler araştırmacısı olarak soluksuz okudum. Bilgi edinimi ve keşfi arasındaki farka değinmesi ve muntazam bir biçimde açıklamada bulunması en beğendiğim bölüm oldu.
Ancak naçizane elimdeki birinci baskıda gördüğüm 4-5 hatadan ikisini burada paylaşayım.
Sayfa 130, ikinci paragraf: Hicri takvim güneş değil, ay esasına göre oluşturulmuştur. Hoca burada tam tersini söylemektedir. Çok basit ve zaten muhtemelen hocanın yazarken gözünden kaçmış bir hatadır.
Sayfa 143, ilk paragraf: Claudius Gothicus Got kökenli olduğu için Gothicus diye anılmamaktadır. O Gotlara karşı başarılı bir zafer kazandığı için Senato tarafından Gothicus Maximus olarak onurlandırılmıştır. Aynı Germanicus, Parthicus, Africanus vd. gibi.
Bağlamından koparılmış olaylarla ilgili sorulara tek tek cevap verip malumat dağıtmak yerine geçmişe daha bütünlüklü bakmayı, tarihle alakalı bildiğimiz saçmalıkları bilimsel bir çerçevede sorgulamayı ve sorgulatmayı hedefliyor. Okullarda, dizilerde, derneklerde vs. kafamıza kakılmış olan köhne, faydasız, sloganvari tarih ve dünya anlayışını temizleyip daha mantıklı, gerçekçi, eleştirel bir bakış açısı oluşturmaya çalışıyor. Tarihle ilgisi olsun veya olmasın, Türkiye'de eğitime maruz kalmış herkesin okumasını tavsiye ederim.
Emrah Safa Gürkan'ın kendi tabiri ile beyaz yakalılar için yazdığı bu kitap sadece harika üslubu için değil tarihi olaylar ve olgulara getirdiği bilimsel bakış açısı için de övgüyü hak ediyor. Tarihi tek boyutlu -kişilere indirgenmiş- bir olaylar dizisi olarak görmeye alışmış bir toplumda bahsettiğim bakış açısını "popüler" bir şekilde okuyucuya aktarmak hem kolay değil hem de Türkiye'deki akademisyenlerin tercih ettiği bir yol değil; bu nedenle Gürkan hem yazım konusundaki mahareti hem de akademinin kolaycı-kaçamak dünyasının konforundan böyle bir yola girmesi konusundaki cesareti ile bence çok kıymetli bir eser üretmiş.
İlginç bilgiler barından şahane bir kitap. Tarihte sıklıkla yanlış bilinen bilgilerin doğrusunu anlatıyor. Emrah Bey’in konuşma tarzında yazılmış dolayısıyla sohbet havası katan bir kitap olmuş. Okurken pek keyif aldım, tavsiye ederim.
Tarih sandığımız safsatalardan Osmanlı sandığımız "şey" 'e kadar pek çok konuda beni şaşırtan, yanlış bildiklerimi düzelten bir okuma oldu. Bu kadar fayda sağlamamın sebebi benim bu alandaki bilgisizliğim de olabilir. Yine de ana akımda tartışması yapılan pek çok konu için önemli bir referans noktası. Youtube olmasa ESG'yi tanımıyor ve ilgi alanım olmadığı için de kitabı okumamış olacaktım. Yazarın da dediği gibi popüler olan her zaman kötü olmuyor.
benim gibi malumatfurusluga kapılma potansiyeli taşıyan okurlari critical thinking'e ve bilgiyi mutalaaya teşvik eden bir kitap yazmış hozomuz, tavsiye edilir
Kitabın yazılma nedeni ve örneklediği konular, tarihin yöntemleri olan, entelektüel bir uğraş ve uzmanlık alanı olduğu üzerine. Yazar, uzman olmayıp da her saçmalığı argüman diye dile getirenlere serzenişte bulunuyor. Tarihin, işine geldiği şekliyle bir statü ve ispat objesi olarak çarpıtılarak ve yüzeysel kullanılmaması gerektiğini pek çok örnekle anlatıyor. Konular, tarihle ilgili güncel konular olduğu için gayet bilgilendirici ve ilgi çekici. Ayrıca, yazarın dili de oldukça zekice ve eğlenceli kullandığını da eklemek isterim.
Youtube'da "Olmaz Öyle Saçma Tarih" adlı programından takip ettiğim tarihçi Emrah Safa Gürkan'ın sade bir kitabı. Eğer Youtube'daki bütün programları izlediyseniz kitapta birçok şeyden daha önce haberdar olduğunuz için kitap bildiğiniz bir şeyi tekrarlatıyormuş gibi geliyor.
Daha önce ESG'nin "Sultanın Casusları" adlı kitabını da okumuştum. O kitap biraz daha ayrıntılıydı.
Tarihte yanlış veya eksik bilinenlerin doğrularını anlatırken aynı zamanda subjektif ve tek yönlü tarih okuyuculuğu ile savaşan bir kitap. Ama bu daha derli toplu şekilde yapılabilirdi, birçok kısım yazarın aklına geldikçe eklenmiş gibi. Özellikle yazarın Youtube'daki içeriklerini takip ettiyseniz ekstra pek bir şey yok diyebilirim. Kitabın ismi de fazla iddialı olmuş.
Kitapta ciddi kurgu eksikliği var. Günlük hayatta veya youtube kanalında nasılsa öyle yazılmış. Sanki biri sormuş ve esg yanıtlamış. Birisi de kesinlikle not tutmuş olmalı.
Bunu Herkes Bilir‘de Emrah Safa Gürkan erken modern dönem Osmanlı ve Avrupa tarihinden seçtiği bazı konuları incelemiş. Bu konuları Türkiye’de sıklıkla yanlış bilinen ve yüzeysel açıklamalarla geçiştirilen konulardan seçmiş: Osmanlı’nın neden çöktüğü, neden Amerika’ya gitmediği, Viyana’yı alsaydı ne olacağı gibi. İlk üç bölüm dışında bölümlerin arasında bir ilişki bulunmuyor, bunlar istenilen sırayla okunabilir. Bir de kitap giriş kısmında yazarın belirttiği üzere akademik bir kitap değil ve beyaz yakalılar için yazılmış. Gürkan’ın bu kitaptaki amacı, kendi deyimiyle “okuyucuya entelektüel bir derinlik kazandırmak ve yaşadığı çağı daha iyi yorumlama yetisini edinmesiyle kaliteli bir yaşam sürmesini sağlamak”. İlk bakışta fazla iddialı görünen bu amaca kitap kısmen ulaşabiliyor.
Önce olumlu yönlerden başlayalım. Kitapta kesinlikle en çok beğendiğim şey, yazarın teorileri “doğru” veya “yanlış” olarak sınıflandırmak yerine farklı teorilerden bahsedip “bu tarihsel gerçeği açıklarken kullanılabilir” demesi. Teorileri sorgulamadan, bağlamından kopararak ve genelleştirerek kabul etmek çok sık yapılan bir hata. Bir konuda bir iki kitap okuyan, derinlikli bir analiz veya karşıt görüş okumamış insanlar ilk okudukları yazarın söylediklerine sıkı sıkıya tutunup ateşli biçimde bu teorileri savunabiliyor. Halbuki teoriler varsayımlarına dikkat edip, eğer uygulanabiliyorsa bazı tarihsel soruları açıklarken kullanacağımız araçlar. Bu yanlış algıyı ülkemizde sadece tarihte değil, diğer bilimlere olan bakışta da görüyoruz. Keşke yazar bunu daha sık vurgulasaydı.
Gürkan, kitap boyunca tarih biliminin sürekliliğinden ve karmaşıklığından bahsetmiş. Okuduktan sonra “tabii ki öyle” dedirten bu konsept ne yazık ki Türkiye’de henüz tam oturmuş değil. Yazar, ülkede insanların tarihle olan ilişkilerinde sık sık kişilere ve olaylara odaklandığını tespit ederken çok haklı. Bu hatayı düzeltmek için de bir çaba sarf etmiş, bunu takdir etmek lazım. Ancak yazar her ne kadar basit açıklamaları eleştirse de, kendisi de yüzeysel, textbook açıklamalar kullanmış. Özellikle Osmanlı’nın Avrupa karşısında gerileme sebeplerini incelediği ve kitabın kalanına göre daha kaliteli olan ilk üç bölümü dışarıda tutarsak, bu eksik açıklamalara yer yer rastlıyoruz. Aşağıda bazı örnekler vereceğim.
“[Ticaret yollarının uzağında kalan Avrupa] bu izolasyonu kısmak için Haçlı Seferlerine girişti” argümanı (s.112) Haçlı Seferlerinin sebepleri tarihçiler arasında tartışmalı konulardan. Burada öncelikle bütün Haçlı Seferlerini tek bir olaymış gibi ele almak pek doğru değil. İkinci olarak, günümüzde Haçlı Seferleri konusunda genel olarak ekonomik sebeplerden ziyade politik ve dinsel sebeplerin daha etkili olduğu düşünülüyor. Para kazanmak için Akdeniz’in öbür ucunda pahalı bir savaşa katılmanın bir mantığı olmadığı gibi, seferlere katılan soyluların evlerine fakirleşmiş olarak döndüğü biliniyor.
“İslam’ın yayılmasıyla Doğu pazarından dışlanan Avrupa” argümanı (s.118) Bu argüman da Türkiye’de çok popüler. Bir üst versiyonu İstanbul’un fethiyle beraber Avrupa’ya giden İpek ve Baharat yollarının kesildiğini ve Avrupalıları yeni yollar bulmaya ittiğini söyler. İki versiyon da yanlış. Doğu’dan gelen lüks ürünlere doğrudan erişmek tabii ki ekonomik olarak kârlı bir iş. Ama İslam devletlerinin ticareti kestiğine dair veri yok, zaten mantıklı da değil. Hatta genel bir trend olarak ticaret yollarının az sayıda devlet tarafından kontrol edilmesi fiyatları düşürüyor. Çünkü hem yollar güvenli hale geliyor ve dolayısıyla tüccarların aldığı risk azalıyor, hem de gümrüksüz olarak daha uzun yolculuklar yapılabildiği için aracı sayısı ve maliyet azalmış oluyor. Bu arada İslam ülkelerinden tek bir blok halinde bahsedilmesi de doğru değil. Son olarak, yazarın bu argümanın eleştirildiğini belirttiğini de olumlu bir faktör olarak belirteyim. Ancak yine de eleştirilerin detayına girmeyip ticaret yollarına odaklanmaya devam etmesi uzman olmayan okuyucuyu yanlış yönlendiriyor.
“Amerika’dan gelen gümüş bütün dünyada enflasyonist dalgalar yarattı ve bu enflasyon Çin’deki Ming hanedanının bile sonunu getirdi” ve “Polo haritaları olmasaydı Coğrafi Keşiflerin gerçekleşip gerçekleşmeyeceği şüphelidir” argümanları (ss. 114, 121) Bunlar hakkında çok detaylı bilgiye sahip olmasam da fazlasıyla yüzeysel olduklarını anlamak zor değil. “Tekil olaylarının tarihin akışını değiştirmeyeceğini” yazan kitapta aynı zamanda bu tip cümlelere rastlamak enteresan.
Bu temel problemlerin yanında birkaç ufak eleştirim de olacak. Öncelikle yabancı kelimeler kitabın akışını bozacak derecede sık kullanılmış. Bazı önemli terimlerin orijinallerini yazmak okuyucuya aşinalık kazandırması ve araştırma yapmasını kolaylaştırması açısından doğru. Wallerstein’ın core, semi-periphery ve periphery‘si, veya ship of the line ve Colombian Exchange gibi terimler buna örnek verilebilir. Ancak bu kitapta Gürkan, fazla yabancı kelime kullanarak akışı bozmanın da ötesinde, okuyucuya bildiği dillerle hava atıyor izlenimi vermiş. Giriş kısmında yabancı dil öğrenmek isteyen okuyucularını kaynakçadaki kitaplara yönlendirmesinin de hiçbir mantığı yok, bir dili zaten iyi bilmeden tarih kitabı okumak çok zor.
Kaynakça geniş olmasına geniş, ancak hiç kullanışlı değil. Özellikle de kitabın akademik kaynak okumayanlara hitap ettiği göz önünde bulundurulduğunda, okurların bu kaynakçayı nasıl kullanacağını ben anlayabilmiş değilim. Bir hocamın deyimiyle “çarşaf listesi” gibi olmuş. Kaynakçayı kullanışlı hale getirmek için yapılabilecek birkaç şey var. Metin içinde doğrudan alıntı yapılabilirdi, bu kitabın güvenilirliğini de artırırdı. Kaynakçada önemli, landmark kitaplar kalın font kullanarak belirtilebilirdi, veya kaynaklar konularına göre sınıflandırılabilirdi.
Sonuç
Gürkan’ın olaylar ve kişiler yerine tarihsel yapılar, süreklilikler vurgusu çok yerinde, ve okuyucunun tarihi yorumlama becerisine katkı sağlayacak bir şey. Osmanlı ve Avrupa arasında açılan ekonomik ve teknolojik makasın sebeplerinin anlatıldığı ilk üç bölüm hiç fena değil. Beş ve altıncı bölümlerde yüzeysel açıklamalarla kalite düşüyor, ve son birkaç bölüm de yer doldurmak için seçilmiş gibi duruyor ve okura “entelektüel derinlik” katmıyor. Kapak tasarımı ve yazım tarzı ile bir bestseller olmak için özenle hazırlanan bu kitap Türkiye’deki diğer popüler tarih kitaplarıyla kıyaslandığında daha kaliteli olsa da, çok daha iyi olabilirdi. Kitabın son cümlesinde geçen médiocrité partout deyimi maalesef bu kitap için de çoğunlukla geçerli.
Son dönemde pompalanan "alternatif tarih" anlatısını sorgulamayı öğütleyen ve tarihin ciddiyetinin kavranması açısından eğitici bir kitap. Bu alanda eğitim hayatım boyunca ezbercilikten öteye gidememek eğitim sistemimizin ayıbı olsun ancak sadece bunu söyleyerek işin içinden sıyrılmak yok, biz de elimizden geldiğince gerçeği kovalayıp öğrenmek zorundayız. Kendisinin de belirttiği gibi akademik bir amaç gütmeyen bu kitabın anlaşılmasında meraklı kişiler için hiçbir engel olmayacaktır.
Bence yapmayı vaat ettiği şeyleri gayet iyi yapan bir kitaptı. Dili yer yer karmaşıklaştı ama merak ve keyifle okudum yine de, sondaki kaynak listesi de kendi başına harika
Bir çırpıda hep aklınızın gerisine attığınız o soruları gayet akademik ve profesyonelce cevaplamış ESG. Her okuduğum kitabı “bundan ne öğrendim” diye sorguladığımda kendime verdiğim yanıtların içi, altı, üstü ne kadar dolu ise o kadar memnuniyet verici oluyor. Ama bu kitabı hem bilgi açlığımı tatmin etmesi hem de bilgiye nasıl, nerede ve hangi metotla ulaşabileceğimi de göstermiş olması yüzünden bir kere daha takdir ettim. Bize böyle kitaplar lazım; saksının çalışması gerektiğini göstermeli ve bunu yapmıyorsan sorun değil, şimdi başla diye de teşvik etmeli!
Hocanın popülerliği ve özellikle tüketilmesi için ürettikleri Youtube içeriklerinin yanında böylesine popüler bir yayını tarih ilmi metodlarıyla çok güzel işlemiş. Bir solukta okunabilecek bir kitap.
Yeni nesil popüler tarihçi ESG hocadan beklentimin çok uzağında bir kitap. Bu kadar dağınık, bilgi yığını halinde bir kitabı yazıp hedef olarak “okurların entelektüel kapasitesini yükseltme”ti hedef olarak koymak nereden çıktı Allah’ını seversen? Etimolojiye dair malumatfuruşluklar o kadar konuyla ilgisiz, metodolojiden bahsettiği kısımlar o kadar didaktik ki... Youtube programlarını büyük bir ilgiyle izleyen ve çözümlemeci bakışından istifade eden bir takipçisi olarak çok zorlanarak ve keyif almadan okudum, konuya da bu kadar ilgili olduğum halde...